Prof. Dr. Erol Güler ile Geosentetikler hakkında sohbet ettik.

Prof. Dr. Erol Güler

Merhaba Erol Bey, Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1952 İstanbul doğumluyum.Liseyi Alman Lisesinde okudum.Lise son sınıfı AFS bursu ileAmerika Birleşik Devletlerindeokudum. 1975 yılında İTÜ İnşaatfakültesinden mezun oldum.Master ve doktoramı da İTÜ’detamamladım. 1982 yılındahem Boğaziçi Üniversitesi’ndeYardımcı Doçent olarak akademik hayatıma başladım, hem de sonradan İTÜ’deProfesör olan eşim Nil ile evlendim. 1984 yılında şimdi Penn State ÜniversitesindeDoçent olan kızımız Ilgın dünyaya geldi. O da inşaat mühendisi, ancak ulaştırmaplanlaması konusunda çalışıyor. Damadımız da inşaat mühendisi ve aynı alandaPenn State üniversitesinde Doçent. İki torunumuz var, altı yaşında bir oğlan ve dörtyaşında bir kız. 2019 yılında Boğaziçi Üniversitesinden yaş haddinden emekli oldum.Emeklilik sonrası Amerika Birleşik Devletlerinde George Mason University’de kısmizamanlı öğretim üyesi olarak hem ders veriyor, hem de en önemlisi araştırmaprojelerinde çalışıyorum. Bir yandan da hem Amerika hem de Türkiye’deki projelerdedanışmanlık hizmeti veriyorum. Türkiye’deki projelere katkı yapabilmemdeki enönemli etken de pandemi döneminde tüm dünya insanlarının uzaktan çalışmayadaha da fazla alışmış olmaları.

Ülkemize pek çok değerli mühendis ve akademisyen kazandırmış bir profesörsünüz. Bizim kadromuzda da sizin eğitiminizden geçmiş yöneticilerimiz var. Bize kısaca akademik hayatınızı anlatır mısınız?

Ben kendimi her zaman bir mühendis olarak görmüşümdür, ama hep öğrenmeye devam eden bir mühendis. Nasıl ki bazılarımız yapı, bazılarımız geoteknik konusunda ihtisaslaşıyorsak, bir de tasarım, imalat veya araştırmada yoğunlaşanlarımız var. Ben birincil olarak araştırma konularında yoğunlaştım, ama ortak noktamızı hep mühendis olmakta gördüm ve endüstride çalışan deneyimli mühendislerden de çok şeyler öğrendim. Benzer şekilde master ve doktora tezi öğrencilerimle olan ilişkilerimi de hep iki mühendisin birlikte yürüttükleri birer çalışma olarak gördüm. Öğrenmeye daha önce başlamış bir ustanın, geleceğin ustalarını yetiştirmesi olarak algıladım hocalığı.

Sanırım en önemlisi, mühendisliği hep çok sevdim, öğrenmeyi hep çok sevdim, bildiklerimi başkaları ile paylaşmayı hep çok sevdim. Üniversitede yaptığım akademik çalışmalar sonucunda 1989 yılında, yani 37 yaşında profesör oldum. Ama öğrenmeyi ve araştırma yapmayı hiç bırakmadım. Mühendislik uygulamalı bir bilim dalı olduğu için uygulamada da birçok önemli projede, projeci veya danışman olarak yer aldım. Böylece araştırmalardan öğrendiklerimi projelerde uygulama fırsatları buldum. Bu kapsamda geosentetiklerin ülkemizdeki ilk kullanımlarına öncülük ettim. Birkaç örnek vermem gerekirse, geotekstiller ile ilk tanıştığım yıllarda, geotekstillerin filtre özellikleri üzerine araştırmalar yaptım ve bu öğrendiklerimi kullanarak Baklan Ovası sulama kanallarında oluşan beton kaplama çatlaklarına çözüm ürettim. Daha sonraları ülkemizde düzenli katı atık depolama sahalarında önce geomembran ve daha sonraları da GCL kullanılmasında öncülük yaptım. Türkiye’yi geosentetik donatılı ve ön cephesi beton bloklarla teşkil edilen duvarlarla tanıştırdım. Bunun da ilginç bir öyküsü vardır, müsaadenizle kısaca anlatayım. Ben geosentetik donatılı duvarlar ile ilgili araştırmalar ve yayınlar yapıyordum. 1993 yılında Amerika Birleşik Devletleri Ulaştırma Araştırma Kurumu (TRB) Geosentetik Komitesi başkanı beni davet etti ve TRB konferansında çalışmalarımı sunmamı istedi. Sevinerek gittim, konuşmamdan sonra, siz bu tip duvarları Türkiye’de yapıyor musunuz diye sordu. Ben de henüz bu uygulamaların Türkiye’de başlamadığını söyleyince, ben bu yaz Türkiye’ye geleceğim, sen ayarla Türkiye’de karayolları idaresine birlikte bir sunum yapalım dedi. Gerçekten de sunumu yaptık, karayolları bir projede denemeye karar verdi, ilk uygulamadan önce pek çok mühendis bu durmaz demesine rağmen ilk örnek 10 m yüksekliğinde bir duvar oldu ve herkes bu sistemi çok sevdi. Sonunda sistem ülkemizde yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

Endüstrideki hizmetlerimde de, hep beraber çalıştığım meslektaşlarımdan öğrenmeyi ve onlara bildiklerimi öğretmeyi ana prensip edindim. Uygulamadaki sorunlardan öğrendiğim problemleri araştırma konularına taşıdım. Böylece birlikte araştırma yaptığımız tez öğrencilerime de daha yararlı olmaya çalıştım.

Mühendislerin işlerini iyi yapmaları kadar, toplum hayatında da yer almalarının önemine inandığım için uluslararası meslek örgütümüz olan IGS’nin Türkiye şubesinin 2001 yılında kurulmasına öncülük ettim ve ilk başkanı oldum. Daha sonra başkanlığı meslektaşlarıma devrettim. Başkanlığı bırakmamdan on yıl sonra Avrupa Geosentetikler Konferansı’nın orgaznizasyonuna talip olma kararını verdi milli komitemiz. Bunu alabilmek için benim başkanlığımın önemli olacağına karar verdi yönetim kurulumuz ve ilk seçimlerde yeniden aday oldum ve başkanlığa ikinci kez gelerek bu konferansın organizasyon hakkını kazandık. Organizasyonun başarılı bir şekilde sonlanmasından sonra, görevi tekrar meslektaşlarıma devrettim. IGS’te iki dönem seçilmiş konsey üyesi olarak görev yaptım, çok çeşitli komitelerde görev aldım, başkanlık yaptım.

ISO ve CEN’in geosentetik komitelerinde hem TSE’yi temsil ettim, hem de her ikisinde de çalışma gruplarının yürütücülüğünü yaptım. Boğaziçi Üniversitesi’nde Bölüm Başkanlığı, Enstitü Müdürlüğü, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı Başkan Yardımcılığı, ZMGM Yönetim Kurulu Üyeliği gibi çok çeşitli görevler yürüttüm.

Daha önce bahsettiğim gibi 1982 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak atandıktan sonra 1983 yılında Finlandiya’nın Helsinki şehrinde toplanan “8th European Conference of I.S.S.M.F.E.”ye katıldım. O sıralarda daha geosentetik adı yoktu. Ancak bu konferansta geotekstiller konulu bir oturum vardı. Daha önce hiç duymamış olduğum geotekstil ilgimi çekti ve bu oturuma katılarak sunumları dinledim. Bir mühendis olarak, geotekstillerin mühendisin elinde ne kadar kullanışlı bir avadanlık olabileceğini hissettim. Buna ilk görüşte aşk da diyebiliriz.Öğrendiklerimi paylaşma konusundaki tutkumu ifade etmiştim. Konferanstan gelince önce İnşaat Mühendisleri Odası’nın o zamanlarda düzenlediği teknik kongrede geotekstiller konusunu bir sunum ile paylaştım, daha sonra da hem çeşitli konferanslarda bildiriler sundum hem de araştırmalara başladım. O gün bu gündür hem öğrenmeye hem de bildiklerimi paylaşmaya ve araştırmalar yaparak yeni bilgiler üretmeye devam ediyorum.

Geosentetiklerin Türkiye’deki gelişim süreci kullanım alanları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Türkiye artık geosentetikleri oldukça iyi tanıyor. Temel geosentetik ürünler de ülkemizde üretiliyor. Ancak hala ilk akla gelen çözümler arasında yer almıyor ve hem uygulayıcı hem de projeciler alışılmış çözümleri tercih ediyor. Bunda geosentetiklerin bilinmekle birlikte, tasarım ve uygulama detaylarına çok hakim olunmaması rol oynuyor diye düşünüyorum. Oysa geosentetiklerle üretilen çözümler genelde çevre açısından büyük avantajlar sağlamakta, CO2 ayak izini çok düşürmekte. Yani şunu belirtmek istiyorum ki, geosentetiklerle üretilen çözümler sadece bizlerin geosentetikleri çok sevmemiz veya buradan para kazanıyor olmamızla ilgili bir konu değil. Aslında geosentetiklerle üretilebilen sayısız çözüm, CO2 ayak izini azaltarak, çevre sorunlarının en aza indirilmesine önemli katkı yapabilmektedir. Bu da sürdürülebilir bir dünya için en önemli parametrelerden birisi olmalıdır.

binbirteknik.com

Türkiye Geosentetik sektörü ve geleceği hakkında görüşleriniz nedir?
Şüphesiz ki siz üretici ve uygulayıcıların bu konularda çok daha derin bilgi birikimi ve vizyonları vardır. Benim dışardan bakan bir kişi olarak gözlemim, uzun senelerden beri de elimden geldiğince anlatmaya çalıştığım gibi Türkiye’de geosentetik sektörünün aslında büyük bir potansiyele sahip olduğudur. Örneğin çok yakın bir sektör olan Big Bag üretiminde Türkiye, dünya piyasalarında önemli bir oyuncudur. Big Bag ile geosentetikler arasındaki en önemli fark, geosentetiklerin mühendislik malzemesi olmalarıdır. Benim bu gözlemden çıkarttığım sonuç, geosentetiklerin arkasında yeteri kadar mühendislik desteğinin sağlanmıyor olmasıdır. Aslında sanırım İstanbul Teknik firmasının geosentetikler konusunda çok başarılı olmasının önemli bir sebebi de mühendislik desteğinin önemini görerek, bu konuda çok donanımlı mühendisler istihdam etmesidir. Bu yaklaşımın tüm sektöre yaygınlaşması durumunda geosentetiklerin ülkemizdeki kullanımı daha da artacak, bunun sonucunda geosentetik üreticileri de daha güçlenecektir. Tabii, dünyadaki geosentetik üreticilerinin bir özelliği de bağımsız araştırma kurumları ile birlikte araştırma çalışmaları yürütmeleridir. Bu tip araştırmalar hem üniversitelerin bu konularla daha fazla ilgilenmelerine yol açmakta, hem de ürünlerin, projelerin ve uygulamaların iyileştirilmesine önemli katkı sağlamaktadır. Ancak tabii ki, üniversiteler ile yapılan araştırmalar yıllar almakta, buralardan elde edilen bilgilerin üretime yansıması daha da uzun süreler gerektirmektedir. Ancak bu araştırmalar hem firmaların bilinirliğini ve güvenilirliğini artırmakta, hem de ürünlerin daha doğru üretim ve kullanımına imkan vermektedir.

Son olarak İstanbul Teknik’e ilişkin dilek ve önerileriniz var mı?
İstanbul Teknik firmasının gelişimini uzun yıllardan beri keyifle izliyorum. İstanbul Teknik şüphesiz ki, kendi alanında öncü bir firma. Geosentetik kullanımı ile ilgili verdiği mühendislik desteğinin de son derece yetkin mühendisler aracılığı ile en güzel şekilde verdiğini biliyorum. Dilerim ki bu çabalar olumlu sonuç verir ve İstanbul Teknik ülkemizde haklı olarak eriştiği bilinirlik ve saygıya, başlatmış olduğu uluslararası platformlardaki çalışmalarında da en kısa sürede erişir.